9 Temmuz 2008 Çarşamba



Birgün başınızı alıp uzak bir yerlere gitmek isterseniz...hani daralmış ve kırılmış olarak hayattan...Ama zamanım yok...param yok..o kadar uzaklaşamam...filan demeyin diye, size 2 hafta önce gittiğim (vildan’ım ile..) yeri anlatacağım... : )


Anadolu Kavağı...daha varır varmaz...gerçekten içinizde burası bambaşka bir yer, hiç o koşturduğum gürültülü İstanbul’a benzemiyor, dedirten bir atmosferi var..Balıkçıların müşteri kapma bağırışları biraz rahatsız etse de...enfes kokular durumu affettiriyor sanki...(içemediğim biram için güzel bi sonbaharda tekrar gitmeyi planlıyorum.)


Günlük yaşamda koşuştururken vapura, otobüse ya da işte kısaca hayat’a .., durup bakmaya fırsat bulamadığımız...bulsak da ilgimizi çekmeyen incik - boncuk, salaş elbiseler, giymeyi başaranlara hayran olduğum parmak arası terlikler, çiçekli çantalar böyle anlarda beni, sanki tatilin bir parçası da bunlara bakmaymış gibi acayip cezbeder...Anadolu Kavağı’nda da iskeleden inince, çokça zaman kaybetmeden bakabileceğiniz minik bi çarşısı var.


Şimdi buraya kadar anlattıklarım, günlük kaçış planınız olan yerle ilgili bir çırpıda yaşayabileceğiniz anlar...ama, bir yer var ki...oraya gittiğinizde, kendinizi İstanbul Tarihi’nin bir parçası gibi hissetmemek imkansız...Ehh yola düşüş sebebiniz, bir yerden kaçma isteği değil miydi?..O yüzden ayağınızda düz rahat ayakkabılar olduğunu varsayıyorum...çünkü kimse, kaçarken topuklu giymez .. ;)


O minik çarşıdan yukarı doğru çıkan yolu takip ettiğinizde, çok değil 10 dakikalık bir tırmanma sonunda, karşınıza İstanbul Boğazı’nı baştan sona görme imkanı sağlayan o büyülü tepe gelir...Hatta daha yolda çıkarken kaçamak bakışlarla arkanıza baksanız, yukardaki manzaranın ip ucunu verir..ve nihayet en tepe ! Yani Yoros Kalesi.. !..Kalenin adını araştırdım; kimi kaynaklara göre kulaktan kulağa günümüze ulaşan Yoros kelimesi aslen, dağ anlamına gelen “oros”tan geliyormuş.. Bir başka iddiaya göre de antik çağ tanrılarından Zeus’un sıfatı olan “uygun rüzgarlar” anlamına gelen “ourios”tan....Madem hepsinin olabilirliği var, garanti bi kanıtı yok.., ben gönül bilgi defterime diğer bir görüş olan “kutsal yer” anlamına gelen “Hieron” dan geldiğini kaydettim..ya siz hangisini seçerdiniz ? ?


Kale’nin etrafında bir sürü çay bahçeleri var. Çay bahçeleri dediysem öyle sırf masa -sandalye değil.. salıncak, o renkli armut koltuklar, hasır tabureler ve varlığına bile taptığım hamaklar.. Her ne kadar ortama uygun dekor etmişseler de müzik seçimlerine hiç girmiyim...Zaten sırf bu son cümleyi yazmak bile sanırım konu hakkında fikrimi deşifre etmiştir.


Çay bahçelerinden içinden geçince, direk kalenin içine girmiş gibi oluyorsunuz. Kale’den geriye şu an sadece yıkılmış surlar kalmış....ama o surların neden orda olduğunun ispatı ise tüm görkemiyle karşınızda duruyor işte...Boğaz !....bakıp bakıp bitiremediğiniz bu muhteşem manzara karşısında, bu coğrafyada yaşadığınızdan gurur duyuyorsunuz....
Yoros Kalesi bir dönem Bizanslıların, kısa bir süreliğine Cenevizlilerin ve nihayetinde Türklerin eline geçmiş. İlk girişteki burcun kapıya dönen yüzlerinde mermere işlenmiş bir haç ve çevresinde “İesos Hristos Zafer” anlamına gelen kelimerin kısaltmaları var. Bu üç uygarlığa hizmet etmiş bir kale olarak, yıkılmış sur kalıntıları ve bu mermer çerçeve dışında çok da tarihi gözle görülür bi kalıntı yok . Bu durum, bence buranın çok da derin araştırılmadığının bir göstergesi.

Gitme vakti.!!..heyy, unuttunuz mu yoksa, siz gerçek hayattan sadece bir günlük kaçaksınız.: ) Süresi dolmuş bir kaçak olarak bu güzel manzaradan ayrılırken, burası size, buraya her geldiğinizde sizi aynı zerafetle kucaklayacağına dair söz verircesine bırakır.....

Hiç yorum yok: