31 Ocak 2009 Cumartesi


“ıssız adamı” ı seyrettim……. ( nihayet…) film hakkında yorumlarım olucak ama, seyretmediyseniz (en son ben seyretmişimdir diye düşünüyorum ama…) isterseniz okumayın….


Mekan, müzik ve konu tam bu yüzyılımızın şehirli kadın – erkek ilişkisine uygun olmuş. Eskilere ait şarkılarla filme bir renk vermek son yılların modası gibi..(buna örnek olarak bazı dizilerde de yaşıyoruz zaten.. ) sonucu, kesin zafer oluyor gibi…Günümüzdeki yeni şarkılara belki bu kadar güvenilmiyor ya da belki bi önceki neslin - şimdi anne baba olmuş- insanlarını da filme/ diziye eski çağrışımlarıyla ayrı bir gönül bağı yapıyorlar…(aa, ben lisedeydim bu plak çıktığında...., gibisinden..)


Mekanları beğendim…evler , lokanta ve mutfak….(Beyoğlu da geçmiş ve şimdi duygusunu vermek için ..) Büyük mutfakların sade şık güzel yemekleri…çalışan dünyamızda ölmeyen insan değerlerini anlatır gibi….biraz şarap, ahşap masa ve plak….bu da hoşuma gitti, ki genelin hayır diyemeyeceği bir atmosfer….

Filmin konuyu işlemesi - çok bilindik bir konu olmasına rağmen- bunalımlı değildi…Ama bardak kırılması ve ardından Alper’in ağlaması, umarım kötü bir tesadüftür…çünkü aynı “an” Murathan Mungan’nın bir hikayesinde, ayrıldığında günlerce tepkisiz – normal hayatına geri döndüğünü sanan adamın mutfakta bulaşık yıkarken ayrıldığı sevgilisinin ona aldığı bardağı elinden kaçırıp kırıldığı anı hatırlattı…orda da, adam yere çöküp ilk kez ağlıyordu…bazen içimize attığımız tepkiler, çok sonra çıkar’a güzel bir göndermeydi yine de…


...vee Ada'nın Alper'in çoçukluğunun geçtiği eve...odasına gitmesi...bir insanı sevdiğimizde geçmişte biz'siz geçen anını merak ettiğimizi, kıskandığımızı gösteren..sanki ara yılları kapatma isteği ile dolu, o buruk telaşı anlatmada çok başarılıydı...


Oyunculara gelince….film eleştirmeni değilim ya da oyunculuk dersi almış biri de….ama sanki Alper daha inandırıcı geldi bana……nedenini bulduğumda çok güldüm kendime, çünkü bir erkek için çok da zor bi rol değildi…evet, uçlarda yaşıyor….yanlız ( ıssız ?!) …para sorunu yok…zevkli, entelimsi …kendini tek bir konuda, yemek yapmada, geliştirmekten diğer geri kalmış yanlarını unutmuş biri….dışardan bakıldığında yaşamayı seven, sevdiği işi yapan, dış görünüşünde de anlaşıldığı gibi, ortamında her zaman şık olan, kollarına herkesi (!!) kabul eden ve belki sırf bu yüzden içine kimseyi sokamamış biri….bana çok tanıdık geldi bu tanımlar….gülümsemem bu yüzdendi…..sevmekten korkan erkekler bulduklarında da korkakça harcarlar….içlerinde hep bi umut vardır…bu sefer böyle olmayacak diye….ama, olur : )


Ada…..doğaldı….genelinde çok rahat, gerçek gibiydi…kendi parasını kazanan, esprili, biraz dişi oyunlarını bilen, okuduğu kitaplarla donanımlı olduğu için insanın yüzüne bakıp onlar hakkında yorumlar yapma yeteneğini gösteren ( nefret ederim böyle anlardan da ama …neyse, iyi olmuş diyelim ) kaderi çözmüş de yine de aşktan kaçamayan biri….bir tek dolma yediği o mutfak sahnesinde .....bir tek o sahneyi başaramamış….en dokunaklı sahne…doğal değil de yönetmenin defalarca “ kestiiiiiikk” sesiyle bölünüp daha güzeli çekilmeye çalışılmış….en güzeli sonra “bu “ diye filme eklemişler…….

Tabii ki herkesin an’lar karşısında vereceği tepki farklıdır….tepkisi yanlış diye “olmamış” demiyorum..söylemek istediğim doğru/ yanlış tepki değil yani…sadece…sırf orayı gerçek oynayamamış gibi geldi..ne küfür ettiği an…ne tokat attığı an…ne saçını düzeltmeye çalıştığı an…gerçekten duyduğu sözlerin öfkesini, kırgınlığını, “olsun biliyordum”larını verememiş……ne dağıldığını görebildim ben…ne şaşırdığını..ne dik durduğunu ..ne bitti’nin inkarını…ne kızgınlığını…

Dediğim gibi etrafımda bir sürü insan filmi seyretmişti…ve evli kadınların birçoğu eminim gururla içlerinden ya da eşlerinin yüzüne karşı şunu demişlerdir…”bak, ben olmasaydım sen böyle ıssız adam, olurdun”….( bazı kadınlar, bayılır kahraman olmaya…En büyük kahramanlık görevleri de bir erkeğin hayatına girip onu kurtarmaktır…) …ne deyim, zaferlerine gölge düşürmeyeyim…varsın onlar öyle düşünsünler….

İşte, Alper’ler bu korkuyu yenemeyeceklerini anladıklarında da bir kadını kahraman yaparlar…ıssız adamın, bu sefer de “kalabalıklardaki ıssızlığı” başlar…(“ ıssız adam” kalmayı tercih edenlere, korkularını kabul ettiklerinden belki de, yine de saygım daha çoktur..)

Ada’lara gelince……..umarım hayatınızda olucaksa,….bir tek “ıssız adam” olur……

Not: Çoğu kadın arkadaşım çok ağlayarak seyrettiklerini anlattı….sorarsanız sen nerde ağladın diye….tek bir yerde… Kavga edip ayrılma sahnesinde son kez Alper’in evinden çıkarkan Ada, tekrar geri dönüp mutfağa, unuttuğu bir şey var mı diye etrafa bakındığı o kısa anda,…… uzun ağladım…..

4 Ocak 2009 Pazar




Bir korkunun göstergesi mi yoksa muhteşem bir savunmanın zaferi mi tartışılır, herkesin bildiği gibi uzaydan bakıldığında güzel dünyamızdan görülen tek insani yapı Çin Seddi’diymiş… M.Ö. 7. Yüzyılda Chu Krallığı tarafından yapılan bir kısım duvarlar M.Ö. 221’den itibaren de birleştirilmeye başlanmış..20’den fazla krallıkta her döneminde uzamış…uzamış bu duvar….


Yapılış nedenleri kimi tarihçilere göre Hunlara karşı akınları korumak, kimi tarihçiye göre içten kaçışları önlemek kimisine göre de tek yönetimde birleştiğini herkese göstermek ( bu son madde bana biraz daha düşük bi ihtimal gibi geldi….neyse..)


: )


Biliyorum 2008 yılı iç hesaplaşma yazım için tarihi bakımdan geç kaldım…ama 2009 ‘un şu ilk günlerinde fırsat bulup hesaplaşmalarım sonucu çıkan bakiyeyi paylaşmak istedim…
2008 yılı benim için, içimde yıllardır inşa ettiğim Çin Seddi’mi yavaş yavaş yıktığım bir yıl oldu…bu fikre yılın son günleri yaşadığım birkaç hatırlatma olayı ile daha iyi anladım.. neden böyle bir set kurdun derseniz….bakın içinize özenle, kesin sizin de bir dönemden sonra artık yüksek duvarlarla içinizi ayırdığınız birileri vardır.


Uzun zamandır görüşmediğim, görüşemediğim –belki kaçtığım – insanlarla aynı ortamlarda olmak…, artık korkmuyorum tarzı bir gülünç yiğitlik sayesinde değil de düşersem yaramın şiddetine göre tekrar kalkmasını biliyorum cesaretiyle oldu sanırım… belki eskisi gibi sıcak bir ortam değildi…ama, yıkılan duvarlar arasında ruhumu daha “özgür” hissettim..aslında korunma için yapılan duvarlar içerden baktığımızda da bizim bir parçamızı hapsetmiyor muydu…


İnsanlara karşı kurduğumuz “setler” var…belki haklı olarak belki korkarak….biliyorum kırılan yerlerimizle herkes gittikten sonra oturup onarmak kolay değil. Ama ben 32 yıllık hayatımda şunu anladım ki kendimizi korumak adına yapılan o kurduğumuz setlerde arka tarafında hapis kalan hep biz oluyoruz…kırılmamak adına hayatın bir parçasını kaçırıyoruz, ki herkes bilir ki hayat bir bütündür…her parçası önemli olan…her parçasıyla arkamızı dönmeden mücadele etmemiz gereken..


Çin Seddi’nin duvarlarının yüksekliği dört ile altı metre arasındaymış. Seddin genişliği ise atlar, arabalar ilerleyecek kadar rahat…200 metrede bir de gözetleme kulesi ya da kale var. Aslında aynı içimiz gibi değil mi…kaçtığımız insanları da belki ara ara gözetlemiyor muyuz…yaklaştı mı..yaklaşıyor mu….diye..


Çin Seddi’nin bu gün bile üç bin kilometrelik kısmı ayaktaymış. Benim de içimde de setler henüz tam yıkılmadı. Ama korkusuzca başladım işte bir yerinden.…


Ee peki kırılmak istemiyorsak ne yapalım mı diyorsunuz….bunu da şarabımdan bi yudum aldıktan sonra buldum. İç dünyanızın etrafına set çekmek yerine girişe bir tane manyetik dedektörlü kapı koyun.. : ) hoşuna gitmeyen yanları o kişinin, kapıdan geçerken kesin ötecektir…direk dürüstçe söyleyin “yapmayın “diyin…eğer hala yapıyorsa, sokmayın kapınızdan… böylece ne siz bir duvarın ötesinde korkak hapis hayatı sürersiniz ne de hayatın diğer tarafını…yani diğer yaşanması gereken hayatları, sırf korktuğunuz için kaçırırsınız…

2009 hepimize “ iyi gelsin”……