18 Nisan 2009 Cumartesi







Çocukluğumda, karşı dairemizde benden bir yaş büyük Orkun diye bir arkadaşım vardı. Beraber oyunlar oynar deli eğlenirdik. O yuvaya gittiği için bana göre her şeyi bilen koca bir adamdı gözümde… : ) Onun anne ve babası da benimkilerle görüştü için hep beraber sık sık akşam yemekleri yerdik...ve gene oynardık…

Sanırım 5 yaşlarındaydım. Bir yılbaşı, Orkun’nun yuvasında ailelerin de katıldığı bir yılbaşı partisi düzenlenmiş. Orkun’nun annesi bizimkileri de davet edince hayatımda ilk defa büyük bir partiye, hem de yılbaşı partisine ben de otomatikman davetli olmuştum…..(hayatımda dediğimde topu topu 5 yıllık ömrüm işte ! : ) )

Orkun’nun heyecanı bana da geçmiş olacak ki, hiç anlamadığım bu “parti” kavramından ben de deli heyecanlandığımı hatırlıyorum…Parti hakkında daha gitmeden önce ki ilk tecrübem; partiye gidilmeden önce ilk iş heyecanlanması gerekiyor demek ki , olmuştu…(şimdi bile en ufak bir yemeğe giderken bile içimde hissedebildiğim o heyecan, o parti öncesinden kalmadır….)Orkun sürekli nasıl dans edeceğini bana gösterirken…, koca bir ağacı nasıl süslediklerini –yılbaşı ağacı o zamanlar medyada ve evlerde pek yaygın olmadığı için ağaç olayı epey hayal dünyamı zorlamıştı -, pencereye yapıştırdıkları süslerin parlaklığını ve Noel Amca diye birine ne babamın kardeşi ne de arkadaşı olmamasına rağmen, “ amca “ demem konularını bana anlatırken bayağı bi dağıldığımı hatırlıyorum…

Nihayet parti günü geldi ve gittik….Bir sürü yaşıtlarım koşuyordu, sanki her yerden çağrılıyorlarmış gibi…yüksek müzik….etrafta şeker ve çikolatalar…camlarda süsler ve devasal Çam Ağacı…hayalim, yaklaşamamış bile onu düşlemeye..o kadar büyük ve güzeldi ki....Orkun’u ise daha ortama girer gitmez arkadaşlarının yanında oynamaya başlamıştı …...hiç benimle ilgilenmiyordu, sanki evdeyken tek dostu ben değildim…hiç beraber oynamamıştık...buraya gelince – demek partinin olumsuz yanları da vardı! – oyun oynarlarken, dans ederlerken… bir kere bile beni çağırmamıştı…Kırılarak da olsa, olsun demiştim….etrafın tadını çıkar..hayatımda gördüğüm en güzel ağaç…çikolatalar ve şekerler var…(Hala da sıkıldığım kalabalık ortamlarda kırılarak mırıldanırım bu lafı “olsun, etrafın tadını çıkar…”.....)

Yemekler bitmiş..bazı çocuklar annelerinin kucağında uyumaya başlamış…partinin bittiği hüznü içime yavaş yavaş kaplarken…..Neol Baba elinde koca bir çuvalla salonun ortasına geldi…Şimdi ismini okuyacaklarım gelip benden hediyelerini alabilirler dedi…ve mikrafonla sevencen bir şekilde tek tek isimleri okumaya başladı....Kalbimin ilk defa duracağını o an hissettim...böyle bir heyecanın varlığımı beni etkilemişti..yoksa koca salonda ismi yankılanan çocuğa verilen hediyeyi herkes alkışlarken, birazdan benim de aynı o çocuk gibi hediyemi alırken mutlu olacağımı düşündüğümden mi ne, herkes gibi Neol Baba’nın çevresindeki çember olan çocuklardan biri olmuştum..(Orkun nerde o anda gene tabii ki bilmiyorum, onu takip etmeyi yemeğimi yemeden önce bırakmıştım zaten….)

İsimler okundu tek tek…..hediyesini alanlar hızla açtılar paketlerini…ezberlemişler gibi tepkileri, hepsi hediyesini görünce çığlık atıyor…birbirine gösteriyordu..birazdan ben de öyle olucaktım..

..............zaman geçiyordu..

Hala okunan isimlerde yoktum..….yavaş yavaş çember dağılmış, 3-5 kişi kalmıştık…ağlamaya başladım….yüreğimin ilk burkulması da bu diye hatırlarım hep…ismim okunmamıştı…babam kucağına aldı…”biz bu partiye biliyorsun davetli değil, Orkun’nun anne babasının misafiri olarak geldik. Sen bu yuvada olmadığın için senin ismin çıkmayacak Simla’cım..ağlayarak bu güzel günü bozma.. (“ağlayarak bu güzel günü bozma”, partiden bi hayat dersi daha !! ).”….çuvalda bi sürü hediye olduğunu ve neden bunların bi tanesi de benim olmasın diye babama sorarken, Orkun’u uzaklarda yeni kovboy şapkası ve oyuncak tabancayla oynarken nihayet görmüştüm. (partideki tek dostum ben ağlarken oynunu hala bozmamış, aksine yeni oyuncaklarıyla gayet de mutluydu…)

Babam, eğer o çuvaldan bir oyuncak bana verilirse, gerçek sahibi olan çocuğun adı okunduğunda hakkı olan oyuncağı alamayacağını anlattı….Babamın ben ağlarken bunu sabırla anlatması ve dediklerinin doğru olduğunu anlamam bile yetmiyordu gözyaşlarımı durdurmaya…

O sırada Orkun’nun babası yanımıza geldi...niye ağladığımı sordu...ne olduğunu öğrendiğinde Neol Amca’nın yanına gitti bi hışımla...(babam, biz konuştuk hallettik rica ederim, ayıp yapmayalım demesine rağmen..)Bir iki laf etti, biraz sesini yükseltti…Ee misafir çocuk, şimdi hediye almasın mı, dediğini hala hatırlıyorum…Neol Baba’nın beyaz sakallarından sevecen dolu gülümsemenin gittiğini ve çuvala elini daldırıp diğer çocuklara verirken ki gülümsemenin aksine isteksiz…neşesiz…biraz da fırça yediği için sinirli bir paketi Orkun’nun babasına uzattığını gördüm.

Ortamın tadı tuzu kaçmış…elimde oyuncağım olmasına rağmen, belki ismim herkes gibi okunmadığı için çok da mutlu olamamıştım…….(şimdi ne zaman, bir hak aranması gerektiğinde mantığımla bunu yapmanın başkasına zararı ya da kuralları çiğneme olasılığı var deyip sustuğumda, benim adıma gidip kim konuşsa buna sevinmek yerine gerilmelerim de bu yüzdendir belki..) ”ee zaten de kalkıyorduk bahanesiyle” …biraz sevimsiz bir toparlanma ve…Orkun “baba 5 dakka daha “ dediği için azar işittikten sonra ilk partimden ayrılışım böyle gerçekleşti…

27 yıl sonra, hiçbir yılbaşı partisinde, yılbaşında ağacında ve Neol Baba gördüğümde aklıma o gün gelmezken….aksine, hala yılbaşı süslemeleri ve partisi beni hep mutlu ederken, nerden aklına bu hatıran geldi diyorsanız….az önce Pati’yi bahçede dolaştırırken yerde gördüğüm oyuncak yüzünden…Çalıların arasında bez bir kukla duruyordu...bana, o yılbaşı partisinde hediyemi açtığımda çıkan kukladan beri, sevmem kuklaları…..kukla olanları…..

1 Nisan 2009 Çarşamba




Gerçeklerle ne kadar yaşayabiliyoruz….neyi ne kadar kabul ettiğimizi sanıyoruz…unutmakla kabullendiğimiz sanmak…kabullendiğimizi düşündüklerimizle hatırlamasını tercih ettiklerimizi cımbızla seçer gibi hafızamı atarken…nasıl hayatımızın gerçeklerini kabul ediyoruz…

bu güne özel midir bilmiyorum bu soru ama, sabahtan beri hayat bana bu soruyu sordurdu …hem de güzel bir bahar gününde…serin ama güneşli havada…sabahtan başlayan bu iç sorum…akşam üstü son damla ile devam ederken …,içim katıldı resmen…

Kurallarım ve ben…. (sana bir şey olmaz…) …

Hani..sıkıldık diyoruz..bunaldık…vs..sonra bir şey oluyor..akıyor hayat yine..güzel gülümsüyorsun..hatta dilinde bi türkü de oluyor…zıplayarak yürüyor ruhun…sonra “pııt” bişi oluyor…kızıyorsun…neden enerjimi alıyorsun diyorsun …
Karşındakine de soruyorsun aslında….dolaylı da olsa…

Kabullendiklerimiz aslında ne kadar kabul ettiklerimiz…gerçeklerin üzerini krema ile süsleyip görmezden mi geliyoruz ya da gözümüze güzel görünmesini mi sağlıyoruz… sonra birisi kremasını bozduğunda tadımız kaçıyor….bu mudur …bu kadar basit mi kurduğumuz kule….efsanevi Babil kulesi gibi…yüksek görkemli kulemiz…tanrıların kızdırılması gibi birileri kızdırıp bizi…sözüm ona kabul ettiğimiz gerçeğimizi ise tekrar ve tekrar duyduğumuz….aynı Babil kulesindeki işçilerin bir lanetle ayrı dillere bölünmesi gibi, içimdeki her duyguma yabancı kalıyorum….

(güçlü göründüğüm için mi incinmediğimi düşünüyorsun…hep..! )

Ben kimsenin gerçeklerini karışmam…neyi ne kadar kabul ettiği ile ilgilenmem…kendi edindiğim dersi başkalarıyla paylaşırken başkası niye cesur değil, yüzleşemiyor gerçekleriyle demem…diyen olursa da gülümserim…..

Kötülük olmasa iyliğin anlamını bilmezdi insanoğlu..o zaman şeytan aslında bize en yüce bilgiyi öğretendir…dün akşam okuuğum kitapta bundan bahsediyordu…. Yeni yazımın konusu bu olucaktı…

Ama…..,

Gerçekleri ancak yüzümüze çarptıklarında sinirlenmediğimiz zaman kabul etmiş oluruz…..ama yıllar yıllar geçse bile…nihayetinde oh sinirlenmiyorum artık o lafa dediğimde bile…ancak kuytu bir yerde herkesten gizli ağlamadığımda artık, işte o zaman Büyümüş olucağım..….
…………