16 Aralık 2008 Salı







Kuzguncuk’da Çınaraltı diye bir kafe vardır..Ama kafe diye yazdığıma bakmayın çok daha samimi, deniz kenarındaki çay bahçelerini andırır.

Lise 1’deyken okul kırdığımız bir gün tesadüfen bulmuştuk orayı...sonra da müdavimi olduk oranın...hala ara ara giderim....hayattan sıkıldığımda ordayımdır..

Okul kırıp gittiğimiz dönem, orda kitap okurduk...(evet, okul kırıp kitap okurduk !!) ...denize bakıp hayaller kurardık..günlük yazardık....hayatın tamamı bizimdi sanki...bilirsiniz o yaşlardaki duyguları...dünyayı sallamaya gücümüz vardı...

Çınaraltı Kafe’de çoğu zaman köşedeki hep aynı masada yaşlı bir adam otururdu....Hırkalı sakallı bu adam, sürekli birşeyler okur...masasına oturan olursa dinler....birkaç kelime ile sanki karşındakinin konusunu özetler...ne söylediyse karşındaki hep masadan mutlu, derdini bırakarak giderdi...Sonra sonra, yan masadan onu dinlemeye başladığımızda onun farklı bi dille konuştuğunu anladık..hayır, Türkçe konuşuyordu ama...sanki birşeyleri çözmüş..aşmış..ama son derece alçakgönüllü..bilgisini sunarken sanki normal birşey paylaşıyor gibiydi...Zaten sinirlenmeye çok da yatkın olduğunu anladığımızdan sonra fark ettik ki, aslında herkesle de konuşmayı çok tercih etmiyordu...(sanırım, ancak beladan başını böyle uzak tutabiliyordu.....)

Araya yaz tatili mi girdi...bilmiyorum...bi süre gidemedik hiç..sonra bir yerde, karşıma o yaşlı adamın resmi çıktı...adının Can Yücel olduğunu öğrendim. Şimdi size tuaf gelebilir..” Yuh bu kadar da cahilllik olmaz” diyebilirsiniz...Can Yücel’i tanıyordum tabii...ama resmini hiç görmemişim..belki de dikkat etmemiştim hiç...ve o zamanlar -benim neslim ve üstü bilir- internet gibi birşey yoktu..- ....ee, anlatttığım gibi o kafede gördüğüm yaşlı adam da hiç dünya şairi edasıyla oturmuyordu...yanına gelenler de gayet ona “normal” davranıyordu... Hani bi imza alabilir miyim....gibi birşey hiç duymamıştık....sadece bilgili ve “farklı “ olduğunu anlardınız, eğer benim gibi resmini hiç görmeseniz bile.

...............................................................................


ABD Başbakanı George W.Bush, Bağdat’da yaptığı ziyarette, kendisine sinirlenen bir Iraklı gazeteci ayakkabılarını yüzüne fırlatmış. 2 deneme de başarısız olsa da tüm dünyaya “büyük haber “ oldu...

Gazatesi haklı mıydı -...haksız mıydı....sonuçta bir ülkenin başbakanına yapılacak hareket miydi....değil miydi...yok yok..hiç bu konuya girmeyeceğim....

Bu olayı seyredince aklıma, Can Yücel geldi....(hemen yan masamızdayken onu tanımamanın verdiği kendimi ayıplama duygusu hiç bırakmamış olucak ki, daha sonraları onun hayatını hem büyük bir keyif ile hem de içim sızlayarak okudum.)...Bir gün arkadaşları her zamanki saate Can Yücel’i Çınaraltı’nda göremeyince meraklanıp içlerinden birini onun evine gönderirler...Evine giden arkadaş, kapıdan içeri bir girer ki, Can Yücel. Yerde oturuyor bi elinde şişesi içiyor, diğer eli ve ayaklarında kanlar boşalıyor...bi çeviriyor ki kafasını odadaki televizyonıunda ekranı tuzla buz....”Can abi, ..abi nedir bu halin...noldu...nasıl oldu...gel, kalk hastaneye gidiyoruz ..” derken olayı öğreniyor...Turgut Özal’ın televizyonda halka verdiği bir beyanatına deli sinirlenip ayaklarıyla televizyonu tekmeliyor....televizyonu kırınca oturup içmeye devam ediyor..

: )

İşte Can Baba..!!.. Bir sürü çevirisi, kitapları, şiirleri olan... evinde neredeyse Brezilya’dan Norveç’e kadar dünyanın birçok ülkesinin şairlerine ait kitapları arayan, bulan, alan kişi....parası bittiğinde, evindeki eşyaları satsa da oda oda kitaplarını dokundurmayan insan...

Kimbilir Turgut Özal’ın hangi sözüne sinirlenip kendinizden geçmiştiniz....hiç kuşkum yok ki, haklıydınız...Keşke bu gün hala hayatta olsaydınız derdim ama, eminim şimdi Türkiye'deki Siyaseti görseniz sinirlenmekle de kalmaz.......,yıkılırdınız...

15 Aralık 2008 Pazartesi



Son yazımı yazdıktan sonra....üzerinde çok düşünmediğim birşeyi düşündüm.. (okumadıysanız lütfen önce bi önce ki yazımı okuyun...) ...gerçekten bir ilişkide ne kadar “kendimiz” oluyorduk....evli olsak bile..eşimiz bizi “tam” olarak ne kadar tanıyabiliyordu....ya ondan önce ki bizi..ne kadar biliyordu.....(kişilik olarak..)

Acaba ilişkilerde yenile yenile...incili incile.....farklılaşıyor muyduk ikili ilişkilerimizde artık...daha güçlü görünmeye ya da tam tersi....daha duygusalsak bunu daha saklayan tipler mi oluyorduk aynı şeyleri bir daha yaşamamak için....acaba biten bir ilişkinin muhasebesini doğru çıkartabiliyor muyduk...yoksa daha kötüsü, bunları fark etmeden tamamen iç güdüsel olarak mı değiştiriyorduk, kendimizi yani....

Son yazımdan misafir olan 3 kişi...Serpil...Volkan ve Elif....

Yazımı okuyanlardan bir sürü “serpiller” çıktı ortaya....bir kısmı bu durumda kendileri de olsa Elif’e karşı böyle davranacaklarını söyledi..bir kısmı, daha sonra Volkan’la evde kavga ederdim sanırım dedi..bitmiş gitmiş daha ne konuşuyorsun eski sevgilinle..diye dedi..

:))

Bir tanesi, buna benzer durumu hatta çok da yakın bir zamanda yaşadığını anlattı.. ....tam Carrefour’da alışveriş yaptıklarında eşinin eski sevgilisiyle karşılaşıp ayak üstü bir yerde kave içtiklerini söyledi...üçü ! :) çok şaşırarak dinledim...

Hem çoçukluk arkadaşıymışlar hem de lise - üniversite dönemi çıkmış eşi..şimdi o kadın da evli ve 2 çoçuğu varmış..hey dur biraz dedim...doğru söyle tipi nasıldı dedim, hiç de eşimin anlattığı gibi değildi dedi....doğumdan sonra kilolarını verememiş ve saçının boyası da gelmişti dedi..” gülüştük..”...ve sen ise o gün çok hoştun, di mi “ dedim...evet..akşama bi arkadaşlara gideceğimiz için dedi saçım fönlüydü...

: ) işte dedim bu yüzden....eğer o kadını güzel bulsan...ya da sen o gün bakımsız..her hangi bi alışveriş günün de olsan...eminim kave içme fikri hoşuna gitmezdi..dedim...durdu, hafifçe gülümsedi, olabilir dedi....

Bir kısım etrafımdaki Serpiller de, “anne - oğul” ilişki diye tabir ettiğim durum için “ işte buna uyumlu evlilik deniyor Simla’cım” dediler...peki dedim sen soruyor musun bir bira daha içsem bana dokunur mu, diye dedim...ben dedi ne kadar içmem gerektiğini biliyorum dedi...
Yani eşin sana sormadan bilemiyor... Peki ! : ))))) buna uyum demeniz güzel bi kılıf dedim.
Haliyle bozuldu.....amacım bozmak değildi oysa...sadece bu durum karşısında şu fikirde olmaları; ne kadar uyumluyuz.... ..birbirimizi ne kadar süper tamamlıyoruz ....o, ben olmasam yaşayamaz, ne kadar da sözümü dinliyor (seviyor yani beni! ) diye tanımlamaları ilginçti... Ama kesinlikle yargılamak değil amacım....bi önce ki yazımda dediğim gibi serpillerin istediği volkan gibiler, volkanların istediği ise serpil gibiler....

Ehh, o zaman benim de “anne - oğul” ilişkisi dememin bir sakıncası yoktur sanırım...bu da benim tanımım.... : ) ....lütfen bu yazıyı okuduğunuzda da bana kızmayın, eleştirin..ama kızmayın... : I

2 tane de Volkan çıktı...... : )

Onlar da “ anne - oğul” ilişkisine takılmışlardı...(kabus mu oldu bi terim yaa :) )
İkisi de bilerek sorduklarını, çünkü daha sonra eğer yanlış bişi olursa, bunun dırdırını çekmenin daha beter olduğunu söylediler...onlar bu duruma “sor - kurtul” bağı diyorlarmış...zaten bi süre sonra bu olay otomatiğe bağlanıyormuş....

Neyse...bi önceki yazımdan sonra çevremden aldığım tepkiler bunlardı...paylaşmak istedim...
Hiç Elifler yok muydu ? Diye sorabilirdiniz....hayır...hiç kimse gelip, işte bu olaydaki Elif bendim demedi....diyemedi belki de, bilemiyorum.....kişisel fikrim, çok büyük bir cesaretti Elif’in yaptığı....beki de yazımın başında dediğim gibi, o gün Elif olanlar artık “ serpil “ olmuştur...kimbilir....serpil olmak kötü mü ? -hayırr hayırr...sadece “değişmişler “ demek istiyorum...

Şunu iyi biliyoruz ki, Kader Melekleri olaylar karşısında herkese karşı çok adil olmasalar da , kendi aralarında bazı insanlara karşı çok iyi şakacıydılar......



* tablo : Hephaistos- Zeus ve Hera'nın oğlu ve Aphrodite ve Kharis'in eşi, Ateş ve Volkanların tanrısı

11 Aralık 2008 Perşembe




Fırsat buldukça haftada 1-2 saat de olsa dünya ile tüm bağlantımı kesip, şalterleri kapatırım…bu özel anlara sadece kitabım ( ya da dergi….) – sigaram ve kutsal kahvemi alırım….Geçen gün bu anı yaratabildiğim yer, bir kafeterya oldu…malum sigara yasağı da var…kafeteryanın bahçesine dona dona otururken çantamdan kitabımı da çıkartıp dünya ile ilgimi kesmiştim..

15 Eylül 1993 yılında aldığım Murathan Mungan’ın “Yaz Geçer” adlı şiir kitabı…içinde düz yazılar da var…evde kütüphanemde bile aradığımda bulamazsam 3-4 dakika panik yaşatan kitabım…hem acılarıma dil olmuş hem de şahitlik yapmış kitabım…her seferinde okusun diye bir arkadaşıma verdiğimde geri alana kadar bana yürek çarpıntıları yaşatan kitaplarımdan biri…”ya kaybederse arkadaşım…” diye…yenisi alınmaz mı..alınır tabi….neyse..şimdi kitabı bitiren arkadaşımdan geri almış çizdiğim yerleri okuyordum :

“konuşamadıklarımız bir bulut kalınlığında
Duruyordu aramızda
Oysa konuşsak ya da dokunsak birbirimize
Çekip gidecekti içimizdeki korkunç noksanlık…..”

..kitaba dalmışım…….

Taaa ki…..yan masamdan gelen şu cümleye kadar….” Evet, önce başkasıdır sandım ama..seni görünce şaşırdım, çünkü o kadar ısrar etmeme rağmen 4 sene boyunca Newyork’da benle bir gün bile Starbucks’da kahve içmemiştin.. sevmiyorum kahvesini diye..”

aa—oo ?!? …..sizi bilmem ama, benim kulaklarım bu cümleyi duyunca ister istemez şaşırdı ve sesi söyleyen ağzı ve duyan kulakları merak etti…tabii ki başımı çevirip baktım…..34-35 yaşlarında gözlüklü hoş denilebilecek bir erkek masada oturuyor ve karşısında daha hafif çilli, gülümsediğinde yanağının iki yanında da gamzesi olan benim yaşlarda bir bayan ayakta duruyordu..

sanırım….garip olan bu karşılaşmaya ben de istemeden tanık olmuştum…yoldan geçerken kız, tanıyıp durmuştu anlaşılan….

“mail attım bi kaç kez doğum gününde ama sanırım almadın” dedi kız…çocuk Türkiye’ye döndüm 3 sene önce…artık burada yaşıyorum dedi….kız çok şaşırdı…aa demek kesin dönüş yaptın, hem de beni bile orda yaşamaya ikna etmişken dedi kız…..(nedense burada içimde takıldığım nokta kızın ikna olması değildi…..mailleri ile ilgili bir durum söylemişti kız…çocuk ise buna cevap vermemişti…nedense o an cinlerim bana çocuğun evlenmiş olduğunu fısıldadı…geçmişinden kaçanların modern dünyamızda adres değiştirmek yerine “mail adreslerini” değiştirdiğini biliyordum…)

Ortak tanıdıkları sadece Amerikalı arkadaşlarıydı anladığım kadarıyla…bi kaç yabancı isim geçti…kız Facebookta ‘da onu bulamadığını söyledi ..çocuk yine ustaca konuyu değiştirdi…(inatçı bi kız…aramış bayağa anlaşılan..ve cinlerim tekrarladı…”kesin evli”….ofiste de birkaç arkadaştan eşlerini facebook’a girmeye izin vermediklerinden ya da eşlerinin eski sevgilllerini sayfalarında engellediklerini duymuştum….)….

İşin tuaf yanı….gerçekten onlara baktığımda….”büyülü bir çift “ gibiydiler….birbirlerini tamamlayan…o kaçamak cevaplar dışında …eskilerden bahsedildiğinde sanki hiç ayrılmamış gibi konuşan…tatlı gülüşen…öyle çiftleri çok uzaktan bile fark edebilirsiniz….sevimlilikleri yapay görünmediği için sinirinizi bozmaz . sanki çevrelerinde sihirli bir çember vardır…..her çiftin yakalayamayacağı…hatta insan kendi hayatında bile az yakalayabildiği bir uyumdan öte gizemli bi bağ….

Tam ben bunları düşünüyordum ki sanırım cinlerimin atladığı detay da bu olmuştu…masaya bir bayan yaklaştı…yani artık erkeğin yanındaki koltuğun sahibi…çocuk biraz panikle biraz da dolan sürenin hüznüyle mi deyim…tanıştırayım eşim serpil…serpil bu da elif dedi……..(evet sadece “elif” !!)

………..Elif kalakaldı….sanırım Serpil’i hiç duymamıştı….oysa serpil elif’i duymuştu sanırım. Uzun zamandır merak eden gözlerini, Elif’i süzerek doyuruyordu….”tanıştığımıza memnun oldum dedi…ve ekledi…tuvalette o kadar çok sıra vardı ki bi de kahve alma kuyruğuna giremedim…lütfen her zamankinden kahve ve cevizli kek alır mısın Volkan’cım....”….

……………..elif’in fazlalık olduğu an !......iyi günler diyip gitti….

Bir sigara daha yaktım….keşke Elif ile ben de kalkıp ortamdan gitseydim ..o an masadan kalkamadım…….düşündüm….belki üçü için de zor durumdu….kim Elif’in yerinde olmak isterdi…ya da Volkan’ın…?...Serpil’in…?.....

Bir süre sonra görevini tamamlayan Volkan masaya döndü….”cevizli kek bana dokunur mu Serpil” dedi…

:)) bu erkeklerde çok güldüğüm bir andır….eşlerini anne gibi gören…böylelerini tanırsınız…..sürekli bir şeyi yapmadan önce bidi bidi dönüp eşlerine sorarlar…iş hayatlarında başarılı kariyerli erkekler eşlerine sürekli ” bu montla üşür müyüm… “..” bir çay daha içsem dokunmaz di mi..” başım ağrıyor hangi ilacı alayım…” diye sonu gelmeyen sorular sorarlar …sanki dünyaya yeni ayak basmış…sanki…eşi olmasa bir dilim ekmek bile yemeğe karar veremeyecek erkek tipi….böyle çiftlere anne-oğul çiftleri derim….oysa biraz önce elif ile konuşurken ne kadar dengedeydi, en azından sevmediği kahvesini bile 4 yıl boyunca diretebilmişti…..

Yeter ! ….dayanamayacağım dedim….anlaşılan volkanların istediği eş türü Serpiller….Serpiller mutlu Volkanlar mutlu ise…Eliflerin keşke çok üzülmeden fark edip “Volkan” gibilerine aşık olmak dışında hatalarının olmadığını bilseler….diye düşündüm..

Asıl amacım “yaz geçer “ ile ilgili bir yazı yazmaktı….ama…sanırım, tam da bu kitaba uygun bir olay yaşamıştım….tam toparlanıp kalkıyordum ki karışan sayfalarda karşıma çizdiğim şu yazı çıktı:

“Gittin..Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza..Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana…"



* tablo : Pavement Cafe at Night - VAN GOGH