27 Haziran 2008 Cuma

biraz içsem gelir gibi hayat...
biraz içsem, varmışsın gibi..
dün aslında gelicekti, gelicek
belki dün de kaldı....

As zamanları dolaba
uyan ve seç birini deseler
hep ütüsüzleri gelir ya eline...

öyle gibi " bu gün"....


06.03.2008...
....bir taş düştü gerçek'e, gerçek delindi..
delikti belki..

bir taş düştü düş'e...düş.., devam etti düşmeye..

gören gözlerin silinmez acısı ile düşleyen gözlerin
arasındaki ayrı-gayrı...

paslanmaz gerçek, düş ... belki..
Erdem kelimesinin sözlük anlamı; ahlak, büyüklük, doğruluk, dürüstlük, fazilet, iffet, olgunluk, mertliktir. Bunlar sözlük anlamları....bu kelimelerin toplamı mı erdemi oluşturan yoksa hepsi tek başına yeterli mi bilmiyorum.. Zaten kelimeleri tek tek incelediğimizde farklı anlamlar çıkıyor..Belki de kafamızı karıştıran yukarda sayılan özelliklerin artık günümüz insanında az bulunmasıdır... : )

Ünlü filozofların erdemi açıklamadaki bakış açıları, yaşadıkları zamana ve kişinin bulunduğu koşullara göre farklı olmuş. Eski Yunan dönemindeki filozofların “erdem” anlayışı belki de felsefenin taşı denilebilinir bir bakış açısıyla incelenmiş. Sokrates’e göre erdem, kesinlikle öğrenilmesi gereken bir kavram olup kötü kişi erdemli olmayan kişidir, açıklamasıyla net bir görüş sunmaktadır. O’na göre Erdemli kişi kendini bilen kişidir.

Yavaş yavaş tek Tanrılı dinlere geçildiğinde “erdem” tamamen din ile bütünleştirme göstermekte. Farabi’ye göre; kişiyi erdemli kılan Tanrı’dır. Burda, kişinin iyi ya da kötü olması (erdemli ya da erdemsiz) kişisel tercihinden öte, dini öne çıkartan seçilmişliktir...Tanrı tarafından kollanma-korunma hissi vermektedir. Tersten bakıldığında, erdemsiz bir kişi, zaten Tanrı tarafından gözden çıkarılmış gibi gösterilmektedir. Geulincx’in düşüncesinde de Farabi’nin bir adım önüne geçip; erdem, Tanrı’nın düzenine boyun eğmektir.., denmiştir. Özgür iradeyi çok hiçe sayan bir tanım di mi.....

Tüm bu ve buna benzer tanımlamalarda, erdem sanki kişinin tek başına yaşayabileceği bir düşünce (ya da Tanrı ile arasında), bir hayat tarzı gibi görünmektedir. Oysa insan topluluk halinde yaşamaya başladığı ilk dönemlerden itibaren sosyal bir varlık olmuştur. Yerleşik hayata geçişten sonra başlayan üretici toplum, bunun getirdiği özel mülkiyet ve devamındaki sınıf ayrımları toplumsal çatışmalara sebep olup, ilk hukuk kurallarını getirmiştir. İnsanlar, topluluk halinde yaşamaya başladıktan sonra ilk hukuk kuralları çıkmıştır. Bilinen en eski hukuk kuralları, Sümer ve Romalı’lara aittir.

Bence bu noktada dikkat edilmesi gereken konu, kötülüğü bilmeden yaşamak ya da “erdemli” olduğunu bilmeden yaşamak, bir insanı ne kadar erdemli yapar..? Sorusu olmalıdır. Sümerliler evet çok ahlaklı, dürüst ve kanunlarla yaşıyorlardı..Çünkü dönemin yöneticileri, anlaşmazlıkları gidermek için ( gerek ikili ilişkileri gerekse devlet ile bireyin ilişkilerini ) kanunlar koymuşlardı. Oysa Romalılar, yani Eski Yunan devletinin torunları, felsefeyle her dönem ilgilenmişler, ünlü filozofları sayesinde kanunları hep uzun sorgulamalar sonunda, düşüncenin sonuçlarıyla ortaya çıkarmışlardır. O zaman sorumuzu geliştirirsek: birşeyi bilmeyerek yaşayan ile bilinçli yaşayan eş tutulur mu ?... : )

Yoksa, siz de Farabi ya da Geulincx gibi, erdemi dini bir davranış şekli olarak değerlendirip bunun bilerek yaşamanın bir önemi olmadığını mı düşünyorsunuz.....Birşeyi bilmeden doğru yapmak, yapılan işin anlamını ne kadar verir ki...Sizce, din zaten bizim bunları düşünmemize gerek kalmasın diye gelmiş hazır kanunlar mıdır...

Aslında hergün birçok konuda seçim yapıyoruz...Bu seçimleri yaparken çoğu kez bize öğretilen hayat bilgilerini kriter olarak alıyoruz. Enteresan olanı, seçimlerin bazıları sanki “görev” gibi geliyor...bizi mutlu ediyor mu ? - hayır ! ... : ) ... Ama mutluy’muşuz gibi yaşıyoruz..İç huzuru verdiğini düşündüğümüz cebimizdeki “öğretilen hayat kriterleri” ile doğru - ahlaklı insan olduğumuzu SANMANIN yetersiz Gururu ile, mutsuz olduğumuzda hep başka kişilere ve olaylara bağlıyoruz..Erdem, nasıl mutlu olunucağını bilmek de değil midir?

Yani yazının başındaki tanımlara uygun yaşansa bile erdemli olmak yeterlli olmuyorsa mutlu olmaya, sizce ters giden birşeyler yok mu ortada ?
Benim gözümün önüne “erdemli insan” denince , bir köşede oturup herşeyi kabul eden sabırlı insan görüntüsü çıkar. Sanki arada yerinden kalkıp asma bahçesinde şöyle bir tur attıktan sonra başından aşağaya yağmur boşalsa bile tatlı bir tebessümle karşılayıp “berekettir” diyebilen insandır. : ) Hakkını nasıl aradığını düşünürüm böyle insanların... hoş, belki de sırf bu kadar hoşgörülü bir resim çizdiğim için kafamda, erdemli insan da azdır çevremde.. Erdem, çevrendeki olan biten şeylere karşı sonsuz bir sabır, bir kabullenme, zamanın sihirli güvensiz kollarına bırakmak mıdır hayatını....

Belki doğru yaşama fikrini erdemli yaşamak ile örtüştürmek zor...Günümüzde doğruluk belki yasalarla her gün sorgulanması gereken bir durum....bilmiyorum, “doğru” kişiye göre esneklik gösterirken erdem daha bi ulvi anlam mı katıyor... Sanki erdemli yaşamada bilinçli olmayı belki bu yüzden arıyorum....Ve bu yüzden diyorum ki; Sümerlilerdeki iyi insanlar, doğru yaşamış, Romalılar’daki iyi insanlar ise, erdemli.....

26 Haziran 2008 Perşembe

Selam...

..ürkek adımlarla da olsa,
artık,
ben de varım burda...

:)