2 Aralık 2013 Pazartesi

yapmacık mutluluklar...yapmacık huzurlu görünmeler...yapmacık acındırmalar...yapmacık herşey yolundaymış gibi görünmeler...bunların hepsine alışkın ya da zaman zaman (istemli istemsiz) yapıyoruz...son günlerde kendimde fark ettiğim ve ne kadar zamandır yaptığımı kestiremediğim (çocukluğuma kadar inen belki) bir başka yapmacık davranış şekli daha keşfettim...
"yapmacık olgun görünme"....sen de zaman zaman yapıyor musun bilmiyorum...ama, bu da en az yapmacık diğer görünmeye çalıştıklarımız kadar aslında ilişkilerde dürüstsüzlük....ruha da bi o kadar zararlı...nerden biliyorum, kendimden tabii...
yine bir durumda, öfkemi saklamak adına....bozulduğumu...kırıldığımı...(belki bana göre haklılığımı...hakkım olanı..) göstermemek adına "olgun davranmaya" çalışırken yakaladım kendimi...biliyorsun işte o davranış şeklini, içinde dağlar sallanıyorken..hafif gülümseyip yok canım bozulmadım demeyi...köşeyi döndüğünde sinirden ağlayacakken köşeye yürüyene kadar sanki normalmiş gibi herşey, zaten buna da bozulacak kadar aptal-çocuk olmadığını göstermeye çalışma çabanı....
................cidden diğer sahte davranışlar gibi bunu da bırakmalı ! ....tamam, sinirlendiğin için, bozulduğun için karşındakine kalk kafa at demiyorum....ama, kafa atar gibi bakabilmeyi.. salya sümük ağlayabilmeyi...sen bana nasıl böyle davranırsın diye ters bi soru sormaya da hakkımız var diye düşünüyorum...cevap/ cevaplardan bağımsız...içimize gömmemek adına... belki sadece "sahte olgun olmamak" adına....

21 Kasım 2013 Perşembe

25 Aralık 2012 Salı





Mektup almayı birçok kişi sever...ama ben yazmayı da sevenlerden oldum hep..(hala, evet hala !) ...sakladığım bir sürü mektuplar var...zaman zaman dönüp okuduğum...bazı mektuplar o kadar canımı yakmış ki...bi kere daha okumaya cesaret edememişim ama, kutusunda yerinde saklı tuttuğum...

Yukardaki mektup ise, 4.5 yaşında Amerika'da yaşayan yeğenim, Leyla'dan geldi..içim gitti tabii ki....hele hele Türkçe az biliyorken...kalemle yeni tanışmışken...harfleri yeni yazmaya başlamışken... kalbinin dilinde yazması...

"biz seni çok düşledik".........ne kadar içten bi cümle....henüz kalıplara girmemiş....

kaç kere böyle hissedip yazamadık belki...2013 yılı için (dün ki yazıımın devamı) bir temenni daha : umarım tüm içinizden geçen cümleleri yazılı ya da sözlü söyleyebileceğiniz bir yıl olur...bu sefer, kaçmadan....utanmadan...

2013 yılı, hepimizin düşledikleriyle geçirmesi dileği ile...

: )


24 Aralık 2012 Pazartesi



Bir yıl daha bitiyor...bu hüznü azaltmak için sanırım yılbaşı süsleri ....biraz umut vermek için biraz da olmayan şeyler için "suç sende değildi" avuntusu....

Yediğimiz yuttumuz yalanlarla, söylediğimiz yalanlarla, umutların boş çıktığı, harika süprizlerin olduğu, beklentilerin biraz daha beklediği bir yıl....babamsız ilk yılım....
......
2013'e çok yüklenmemeyi planlıyorum bu yıl ! : )  duaların bi kısmını ben yapayım dedim...ve ilkini de dün gerçekleştirdim....orkideye bayılırım...hediye gelmesini çok istedim...bekledim...bekledim... ama gelmedi.. dün nihayet aldım kendime...işte 2013 mantığım bu olsun dedim..

size de tavsiyem...başkası alsın/ yapsın/...vs diye dua edeceğinize kendiniz yapın...geriye zaten dua edeceğimiz bir sürü şey kalıyor...  : )



21 Aralık 2012 Cuma




evet....veeee  o gün  !! derler ya...öyle ...bu gün 21 Aralık...Maya takviminin sonu...bu son'dan sonra ne olacak....

benim, takvimimin sonu 30 Aralık 2011'di...babamı kaybettiğim gündü....ve o günden sonra yeni bi takvim başladı....

bu gün birşeylerin olup olmayacağına inanmak'dan farklı olarak Şirince'de olmak isterdim... dil - din -ırk farketmeden herkesin bi amaçla orda olduğu o büyük renkli kalabalıkta....meyve şaraplarınu yudumlayıp (özellikle ahududu şarabını çok özledim..) o muhteşem köyün havasını koklamak..

......belki gerçekten öyle bir köyde olmadığımız için...öyle enerjisi olan...huzur veren bir yerde yaşamadığımız için, zaten bize her gün kıyamet......

umarım, 21 Aralık 2012, Türkiye Saati 13:11 'den sonra, herkesin kalbindeki kıyamet son bulur....



2 Ekim 2012 Salı




uzun zamandır yazmıyorum....yazamıyorum değil,...yazmıyorum...

ta ki, bu gün bi cümle okudum....burda dursun o cümle istedim...


"yaşamında sorun olan belki de senin beklentilerindir..." 


bu bi ilaç mı ? yoksa avuntu mu ? yoksa, hani emin değilsen beklentilerinden çok da kafana takma mı....bilemedim...

....bilemedim...

18 Nisan 2012 Çarşamba






35 yaşındayım....yolun yarısı mı bilmiyorum. Ne yaşadım ki, yarısı bu olabilir, diyorum bazen....sadece ben doğduktan sonra Dünyamız 35 kere Güneş'in etrafında tur atmış..


Aşağıdaki yazı belki sizin de bulunduğunuz yaşı hesaplamada yardımcı olabilir....


KAÇ YAŞINDASINIZ ?


Gerçekte kaç yaşındasınız? Sokrates’i okuduysanız yaşınız 2500 olmalıdır.Galile’yi biliyorsanız 800 yaşındasınız. Beethoven’i seviyorsanız 240 yaşındasınız.


Gerçekte kaç yaşındasınız? Nüfus kağıdınıza bakarsanız yanılırsınız, gerçekle ilgisi yoktur. Gerçek, aklınızın yaşıdır.Gerçek, bilincinizin yaşıdır.


Gerçek, yaşadıklarınızın yaşıdır.Gerçek, anladıklarınızın yaşıdır.Gerçek, yaptıklarınızın yaşıdır.


Gerçek yaşınızı merak ediyor musunuz? Yaşadıklarınızdan ne anladığınızı sorun.Yaşamınızı sorgulayın.Sokrates’i yaşam rehberiniz yapın.


Gerçek yaşınızı mı soruyorsunuz? Umutlarınıza bakın. Kararlarınıza bakın. Yaşam sevincinize bakın. Yapmak istediklerinize bakın. İradenize bakın. Dünyaya bakın. Dünyanın geleceğine bakın. O geleceğe ne katabileceğinize bakın.


Gerçek yaşınızı göreceksiniz.


ERDAL ATABEK



NOT: Resimdeki kişi, Yunanlı düşünür Anaximander. (M.Ö. 610-546) Elindeki de güneş saati...Kimilerine göre ilk güneş saatini Anaximander'in icat etmiştir...kimilerine göre Babil'den öğrenip, Yunanistan'a ilk getiren kişidir..