9 Aralık 2011 Cuma




Senden Daha Güzel


Kimseyi görmedim ben


Senden daha güzel


Kimseyi tanımadım ben


Senden daha özel


Kimselere de bakmadım


Aklımdan geçen


Kimseyi tanımadım ben


Senden daha güzel


Sana nerden rastladım


Oldum derbeder


Kendimi sana sakladım


Senden daha güzel


Kimseleri de takmadım


Ölsem değişmem


Kimseyi tanımadım ben


Senden daha güzel


.................


Söz: Kaan Tangöze







ironi, ....kelimesinin sözlük anlamı : İnceden, çaktırmadan alay' anlamına geliyor..'muş...Fransızca kökenli bi isim..
Hayatınızda ara ara ironi yaşarsınız....hem "alay" edeni de kader melekleriniz ise, konu daha bi tuaflaşır....en köpüksüzünden bira içesiniz gelir...

12 yaşımdan itibaren 27 yaşına kadar Moda'da oturdum. Oturtuğum yerin avantajlarını da elimden geldiğinde yaşadım....sinemaya, tiyatroya, kitapçıya, sahaflara hep yürüme adımlarıyla gittim....güzel bi gurupla büyüdüm....hayatı tiye alıp dünyayı salladığımız yıllarda - geçen gün düşündüm bunu da- ne dinliyorduk...neler okuyorduk... (belki bu başka bi günün yazısı olur)...



.....hepimiz bir yerinden bir konunun içindeydik. Kimimiz tiyatroyu daha fazla seviyor...kimimiz kitap okumayı...kimimiz sporla ilgileniyor...kimimiz son çıkan albümleri deli gibi takip ediyor...kimimiz siyasete daha yakındı....sonra birbirimizle paylaşıyorduk....

hepimiz hayatı....aşkı....zamanı.......anlamaya çalışırken....kızları anlamanın erkekleri anlamanın ne demek olduğunu birbirimize sorup karşı cinsten sır çalmaya çalışırken....sabahlara kadar konuşurken....nerde hata yapıyoruz'u....bulmaya çalışırken....

arada, yanımızdan süzülerek bir kız geçerdi...bizden yaşı biraz daha küçük, ama bizden daha büyük görünen kıyafet ve makyajıyla...10 yıl sonrasını şimdi yaşamak ister gibi....

Moda'da gibi hala mahalle ortamlarının yaşandığı, ismen tanımasanız bile sima olarak "Moda'da" yaşadığını bildiğiniz insanlarda, zamanla karşılaştığınız yerlere göre, o insanlar hakkında ipuçları edinirdiniz...sürekli tiyatroda karşılaştığımız..sürekli sinemada...ya da aynı kitaplı kafede karşılaştığımız yaşıtlarımız olurdu...



.....eve dönerken, -bi ihtimal - yine o kız geçerdi....saçlarına perma yaptırmış...(o sıra çok modaydı ama, 20 yaş üstü için ! ) ...kala kalırdık...bizim lise yıllarımızda saç boyama/ perma henüz ortaokul yıllarına düşmemişti çünkü.....


ilk topuklu ayakkabımı giymeme (lise son mezuniyetinde giydim) daha 3 yıl varken, benden küçük birinin topuklu ayakkabıyla yanımdan geçmesi hayli tuaftı o zamanlar.., kim yahuu bu kız derken..."paaattt" yine aynı kız çıkardı....


herkesin içindeki bi gizli gözlemleme...bizim gurupta bir gün ortaya çıktı....sanki herkes eteğinde taşları döker gibi....aa bi de şöyle ...aa bi de böyle....yaa hiç kitap görmedim elinde....tiyatroda gören var mı....vs derken....hayatını nasıl geçirdiğini düşünmeye çalışırdık...yani o yaşlarda sürekli kuaför ...kendini büyük gösteren kıyafeetlerle ....


dedim ya...hayatı...aşkı....zaman'ı....anlamaya çalışırken biz...dinlediklerimiz...okuduklarımızla bunu başaracağımızı sanırken...bunları hiiiiiç umursamayan bir hatunun önce manken olduğunu duyduk.....aslında çok şaşırmadık....giyime ve süse meraklıydı....tabii ki, hepimizden daha çok para kazanmaya başladı...sonra televizyonda konuşmalarını, dergi - gazetelerinde röportajlarını okuduğumda tahminimizden çok farklı çıkmadı... (lütfen katiyen bunlar saygısız eleştiri diye almayın...sadece, ben ve arkadaşlarımın o yılları ile farklı yaşayan birini örnek almak istedim, sebebi de birazdan belli olacak.....)


okumanın...birikimin/ kültürün...diplomanın, karşılığı kadar para kazanılmayacağını biliyorum...anlatmak istediğim ironi bu değildi.....


ironi yanı....bu sabah işe gelirken duman gurubunu dinliyordum. Sonra, bildiğim ama birleştirmediğim bi bilgiyi hatırladım..duman'nın solisti...Kaan Tangöze'nin sevgilisi, şimdi ki eşi, işte o paat diye karşımıza çıkan kızdı....o sözler "o " kıza yazılıyordu.....

............... ironi.



bi bira daha ?

: )



8 Aralık 2011 Perşembe




Gazetelerin haftalık kitap eklerini siz de çook sevenlerden misiniz ??

İnternette böyle bi liste bulunca paylaşmak istedim....İçlerinden bir tek Cumhuriyet Kitap Eki'nin günün biliyormuş....diğerlerini ise tesadüfen sağda solda görürsem alıp okuyorum...

Ama insan sevdiği şeyleri tesadüf'e emanet etmemeli di mi ! .... :)

Iıhh ! işte o yüzden şu anda mevcut gazete kitap eklerinin, hangi aralıklarla çıktığına dair listeyi yazıyorum :



Akşam Kitap Eki - Her ayın ikinci haftası pazar günü
Birgün Kitap Eki - 15 günde bir
Cumhuriyet Kitap Eki - Her hafta perşembe günü
Dünya Kitap Eki - Her ayın ilk cuma günü
Milliyet Kitap Eki - Her ayın ikinci haftası çarşamba günü
Radikal Kitap Eki - Her cuma günü
Sabah Kitap Eki - Her ayın üçüncü haftası cuma günü
Star Kitap Eki - Her ayın ilk perşembe günü
Vatan Kitap Eki - Her ayın on beşinde
Yeni Çağ Kitap Eki - Her ayın üçüncü haftası cumartesi günü
Yeni Şafak Kitap Eki - Her ayın ilk çarşamba günü
Zaman Kitap Eki - Her ayın ilk pazartesi günü

Kaynak: edebiyathaber.net

18 Kasım 2011 Cuma



**** Yeditepe İstanbul'dan - 2


Zengin bir babanın kızı olan Duru, babasının ölümünden sonra, bozulan maddi düzenlerinden dolayı annesiyle fakir bir mahalleye yerleşirler. Bir süre sonra mahalledeki işsiz Yusuf ile Duru'nun annesi Olcay arasında bir aşk başlar.....ama Duru annesini, bu konumdaki birine layık görmez...


gerisi :

Yusuf : İzin ver bize Duru, sanki iyi bişi çıkacak bu ilişkiden.....sen karşı duruyosun diye yaklaşamıyoruz birbirimize...

Duru : Yusuf abi ben anneme engel değilim hele izin konusunda. ..Sadece aklıma yatmıyor. Annem istediği zaman gider bana soracak değil yaa...

Yusuf : Aklına yatmayan ne?

Duru : Bunu anlatamam...

Yusuf : Çünkü sözlerin ağır gelir bana di mi...? Doğru, ağır gelir. Yoksulluk diyceksin...

Duru : Ama yalan mı???.....

Yusuf: DOĞRU........ama HAYIR DEMEYE YETER Mİ???.....



..........hayatımızda yetmeyen evet'lere...hayır'lara.....

16 Kasım 2011 Çarşamba





**** Yeditepe İstanbul'dan - 1


Ömer Duru'ya aşıktır....Duru ise, Ömer'i dost olarak görür..Ömer, Duru'ya duygularını açar...Duru, her ne kadar Ömer'in onu sevmesi hoşuna gitse de kibarca çıkma teklifine hayır der....

gerisi :

" Duru: ben sana hayır dedim de teşekkür etmedim...
Ömer: bin teşekkür etsen hayırın anlamı degişmez ki Duru , yok eger teselli içinse zaten hiç gerek yok,...ben seni iskambil destesinde bulmadım ki şansıma küseyim..."



..................bunun üzerine kaç yudum içilir... ?

:)

15 Kasım 2011 Salı




Her zaman, televizyonda izlediğim 2-3 dizi olur.....bazısı ilk gün ki sürükler...bazısı bi kaç bölüm sonra heyecanını yitirir...vs

Bu güne kadar hayatımda hiçbir dizi, "yeditepe istanbul" kadar etkilemedi...TRT'de 8-9 sene önce oynamıştı....

Şimdi sabahları 06:10 - 06:50 arası tekrarı var....uyanmaya üşenen ben, bu sonbaharın soğuk sabahlarına bu diziyi tekrar izlemek için kalkıyorum.

ve her bölüm sonunda, çayımı yudumlayıp işe gitmeye hazırlanırken....bir dizi için daha erken kalkmama şaşırıp bunun nasıl olduğunu düşünüyorum...yani, neden bu dizi böyle etkidi beni....hep aynı cevabı buluyorum sonra..." Herşey o kadar normal ki..." ....evet cevabım bu hep....

Mükemmel oyuncular...harika diyaloglar....vs bunların hepsi başka dizilerde de narin de olsa bulunabilecek özelliklerken....senaryo..!! senaryosu o kadar doğal ki...yaşanan birşey ne kadar doğal ise, arada geçen sözleri insan kendine daha yakın buluyor....

Biliyorum o saatte kalkın siz de bu dizi izlemediyseniz mutlaka izleyin diyemem...Ama etrafınızda biraz saihici duygular eksikse, nedeni belki bu diziyi seyredip unutanlar ya da hiç izlemeyenler yüzündendir...

12 Kasım 2011 Cumartesi




sonbahar ! :)

5 Kasım 2011 Cumartesi




sonbahar....

“Manevi dünyanın tasarrufunda zamanın anlamı... olabilecek en esrarlı yoldan affetmeye ulaşır, ancak hiçbir zaman barışmaya değil.” Walter Benjamin

4 Kasım 2011 Cuma




kırmızı şaraba başlama mevsimi....


sonbahar....

3 Kasım 2011 Perşembe




sonbahar....


"Yeri yalnız kendi yeri,
yolu yalnız kendi yolu
olan kişi ne yerinde ne yolunda,
başka kişilere rastlamayacaktır.
–rastladıkları da, hep, onun
ne yerini ne yolunu anlayanlar olacaktır...." Oruç Aruoba

2 Kasım 2011 Çarşamba





sonbahar.....

1 Kasım 2011 Salı




sonbahar.....

8 Eylül 2011 Perşembe






Babama, yeni alınan ev- yazlık - araba ...vs malların tapularını insanlar gösterdiğinde, o da, kendisinin dostlarıyla, arkadaşlarıyla, gidilen yerlerde çektirdiği yeni fotoğraflarını gösterir. Hayattan sadece anılarımızla ayrılacağız demenin ondaki yolu budur.

1829 yılında Jacques Mande ilk fotoğraf çalışmalarına başlıyor. Uzun ve zahmetli bir serüven. (bu konu için araştırırken bi yerde okudum, ilk fotoğraf, bir doğa manzarasıymış...8 saat sürmüş çekimi..) Daha sonraları 1837 yılında Daugerre ile birleşip fotoğrafçılığı geliştiriyorlar. Günümüze gelene kadar bir sürü kişinin emeği ve katkısı oluyor.

Burda konum, fotoğraf makinesi olmadığı için teknik bilgilere girmeyeceğim. :)

Babamın biriktirmeye çalıştığı fotoğraflar sayesinde, anılar'ın önemini anladım. Durduramadığımız zamana bu makineler sayesinde ufacık bir "an" da olsa gelecekte bize hatırlatması için iz bırakıyorduk.

Çünkü insan beyni unutmam sanır...ama, unutur. Sonra biraz yaş ilerleyince, iyi şeyleri unutmam kötü şeyleri unuturum der.. Oysa, bu sefer de bu dediğinin tam tersi olur...Daha daha iler ki yaşlarda ise, hiçbirşey hatırlamaz...

İşte öyle anlarda, ufak bi resim...bir yerlerde çekilmiş bir fotoğraf...yanında adını tam hatırlayamadığın o arkadaşın..ve arkanda ne kadar güzel bi manzaraydı şimdi hatırladım, dedirten resmin olmasa kaybolmuş bir anın olduğunu bile bilemezsin...o fotoğraf olmasa....

Anıları doğru biriktirmek de insanın hayatına karşı bi sorumluluğu diye düşünüyorum.

Tatildeyken eski mankenlerden ve bir süreliğine sunuculuk yapmış bir bayan ile aynı yerde kaldık. Gün içinde, o kadar yakındık ki ister istemez dikkatimi çekti. Tüm gün elinde cep telefonu - bilgisayarıyla oynayan bu bayanın 4 yaşındaki oğluna bakıcıları bakıyor, eşi de sürekli arkadaşlarıyla konuşuyordu. Ta ki gazeteciler gelip fotoğraf çekmeye başladığında çoçuğu ile ilgilenen muhteşem anne ve kusursuz eş "pozları" veriyordu...çekimler bitince yine kendi gerçek(!) dünyasına dönüyordu.

Ertesi günü gazetelerde, o eski güzel mankenin artık nasıl çocuğu için çırpınan anne...eşinin üzerine titreyen bir kadın olduğunu anlatan resimli haberlerini okurken, babamın anı biriktirme mantığını hatırladım.

Sonra böyle yaşayan insanları düşündüm. Çok suratsız, sinirli bir arkadaşım vardı, resimlerini görmelisin, o kadar hayat dolu ve sevecen gülümsemesi vardır ki, o kişinin yaşam enerjisiyle dolu biri olduğuna yemin edebilirsiniz.

Ya da o an aslında çok mutlu olup resimde mutluluklarını saklar poz vermeleri gibi...

Yanlış hayatların da doğru anları olmuyordu.

Babamla, 36'lık pozlarımızı fotoğrafçıdan aldığımızda heyecanla tek tek bakarken resimlere dokunurduk.

Şu an baktığımız gerçek olmayan sanal resimler arasındaki "o an " yalancılığını, albümlerde saklama ihtiyacı hissetmememiz bu yüzden olsa gerek...

26 Nisan 2011 Salı




Buraya yazmaya fırsatım olmayan bir kitap daha var. Elif Şafak'ın "aşk" adlı romanı...

bazı kitapları raflarından görünce hemen alıp okumaya başlarım..bazı kitapları o an alır, evdeki kitaplığımda bekletirim...bazı kitapları da (aynı bu kitapta olduğu gibi) kitapçıdaki rafında, defalarca gözgöze gelip, içim hazır almaya ve okumaya der...okuduklarımla yüzleşmeye o "vaktin" gelmesini beklerim...

Bu tarz bekleme en tuaflarındandır...neyi beklediğim belli olmayan zaman diliminde, öyle bir an gelir ki...evet ! derim....şimdi, içim hazır o kitabı okumaya...

Aşk'da, her bölümün "B harfi" ile başlaması, bölümler arasında 40 kuralla sufizm'i anlatmaya çalışması, geçmiş - gelecek kurgusu, doğadaki 5 element (hava,toprak, ateş, su ve BOŞLUK) kitabı oturttuğu güzel bi taslak olmuştu...aklımı aldı !!...

3 ay hastanede, anjiyo sonucu felç geçiren babamı beklerken, okuduğum kitaplar içinde "aşk", beni bambaşka etkiledi...ve fark ettim ki kötü zamanların en kusursuz kitabıydı. Hayatı, kaderi, inancı, aşkı, bağlılığı, sessizliği, gürültüyü, ortadan gitmeyi, iyi insanı, kötü insanı, ketumu, okurken....babam gibi olmuştu ruhum....konuşamıyordum..ruhumun bir yanını kımıldatamıyordum...ruhum, etrafa anlamsız bakıyordu....ruhumu aldı !..

...........................

Nedense ülkemizde çok kadın yazar/ şair yok...sanırım mevcutlarının da kıymetini biz pek bilmiyoruz. Romantik yazıları-mısraları erkekler yazarken, kadın okuyucular kendilerinin erkeklerden daha romantik olduklarını sanıyorlar..iş, al eline kalemi - kağıdı'ya gelemiyor.. (huooppsss, bu başka bi konu!)

Elif Şafak'ın ekteki habertürk'deki köşesinden... çok beğenerek okudum. "takıntı ile tutkuyu birbirine karıştırıyoruz sürekli" diyor ve ekliyor..."Oysa unutmamak lazım ki, nefsimize ağır gelen şeyde bizim için hayır var"....

uzun zamandır bırakma-vazgeçme ile ilgili bu kadar güzel bi yazı okumamıştım....

http://www.haberturk.com/yazarlar/621622-vazgecebilmeye-methiye




Son bitirdiğim kitap ile yazacağım yazım kafamda şekillenirken, şu anda okuduğum kitap (*), gündüzümü - geceme öyle bi kapladı ki...bir türlü aklımdaki o yazıyı yazamadım...Yazamadığım yazım bir köşede dursun...

(dün gece canavar'lı rüyamdan uyanıp bi önceki yazımı yazdıktan sonra..)

Bu gün otobüste gelirken, küçüklüğümüzden beri duyduğumuz cinli-perili hikayeleri düşündüm..sonra bi tane fıkra geldi aklıma...mutlaka duymuşsunuzdur :

3 arkadaş ormanda yürürken karşılarına bi CİN çıkar.. : )
Ve her fıkradaki " iyi cinler " gibi o klişe soruyu sorar..." dileyin benden ne dilerseniz...tek dilek hakkınız var ama " der..
Bir tanesi, şu an da Havai'de güzel kızlarla olmak istiyorum der..Biiicuuu !!! gider...Diğeri, bir şömineli dağ evinde sıırsız içki ve yiyecek ile kitaplarım yanımda olsun der..Biiiicuuuuuu !!! o da gider...
Sıra en sonuncuya gelir...durur düşünür...ne ister...ne ister...ya der, ben sıkıldım, gönderdiğin arkadaşlarımı yanıma bana geri getir derr.....
Biiicuuuuuuuu !! :)

Çok da komik olmasa da...sabah bunu düşündüğümde....cinli fıkramı....başka bişi fark ettim...aslında, yeni fark ettiğim için durum daha komik oldu.....

Kimle yola çıktığımız...yanımızda kimi seçtiğimiz...(dost, arkadaş, sevgili, eş...)bizi bazen sadece olduğumuz yerde saydırabiliyordu..

Kişisel hayallerimiz....onunla birlikte kurduğumuz hayaller...aynı değilse...en sona kalan(**), Cin'e dileğini söyleyip, sizi başladığınız noktaya atabiliyordu...

Biliyorum Cin'nin bi suçu yok...(zaten kaç kere hayatımızda "mucize" talebi çıkar!!..) Belki kurduğumuz hayallerin de büyüklüğü - küçüklüğü önemli değil...ama, yol arkadaşımızı seçen biz olduğumuza göre...hayallerinden daha küçük birini seçmek kendimize yaptığımız en büyük hataydı....




* Şu an okuduğum kitap "Esrarname", yazarı Ayfer Kafkas..

** Bu yazımı okuyup, madem öyle o zaman işi garantiye alıp Cin'in son sorusuna sen kal da diyenler olabilir. Onlara verilecek cevabım.., demek ki siz henüz tam anlamıyla "mucize" bi an yaşamadınız....o anda bunları düşünmeye çok fırsat olmuyor çünkü.. :)





Son zamanlarda duyduğum en mantıklı yanıt: " Canavar diye birşey yoktur.." diyen bir büyüğe, 3 yaşında bir çocuğun verdiği cevaptı..." Var...var..canavar diye birşey var..."

...gecenin bu saatinde uykumdan uyandıran "canavar"....!!

Hayat ile bilgilerimiz acaba çocukken çok daha sağlam ve gerçek mi...sonraları üzerlerine koymaya çalıştığımız bilgiler, hayatı öğrenmek adına koyduğumuz bilgiler, bizi hayatı anlamaktan, onu yaşamaktan daha da mı uzağa götürüyor...

Biz sembol bilgilerle hayata başlarken...karanlıktaki canavarlar..hadi hatırlayın küçükken bildiğimiz canavarları...dinlediğimiz masallardaki..canavar kalpli cadıyı...kralın kızının düğününe çağrılmadığı için düğüne basan cini...o gerçekleri sonra bi ömür unutmaya çalışırken...hayatta onlarla beraber yaşadığımızı farkına mı varmak istemiyoruz...."canavar yoktur" diyoruz....


Ben...,artık tekrar canavarlara inanıyorum..." var var....canavar diye birşey var...!!

20 Nisan 2011 Çarşamba







" ...anladım, senin sınavın ben değilim..."

24 Şubat 2011 Perşembe





Sahip olduklarımızı hak, sahip olamadıklarımızı bi haksızlık olarak görüyoruz...oysa, hepsi bi şanstı sadece....