24 Eylül 2010 Cuma




Olmasını az ihtimal verdiğimiz şeylere ya da normal yollarlar değil de sıradışı güç/ güçlerin yardımı sayesinde oluşan olaylara “mucize” diyoruz.

Herkesin hayatında mucizeler olmuştur. Hiç ummadığı bir anda...ya da tam ümidi kesmişken...bi bakmışızdır....” taaaa taaaammmmmm !! “ ... olmuştur. Ağzımız açık kalmıştır...sevinç çığlıkları atmışızdır....belki gözlerimiz dolmuştur....heyecandan, kalbimizin fırlayacağını düşünmüşüzdür..Verdiğimiz emekler gelir aklımıza....çektiğimiz çileler...ettiğimiz dualar...

Bir mucize olmuştur........

(En son hayatınızda ne zaman mucize oldu....?)

Farkında mısınz....büyüdükçe..sanki mucizeler azalıyor..ya da hayat bize çok “renksiz” gelmeye başlıyor....

........................

Timuçin Mert’in “ Fethin Ardındaki Sır” adlı kitabını okudum. Yazar, kitabında sade fetih dönemini değil, o sürece gelene kadar ki Bizans’ın sosyal ve siyasal yapısını da okuyucu boğmadan ve baymadan anlatmış. Sonra dönmüş, İstanbul’un Osmanlı tarafından kaç kere kuşatma altına alındığını...neden’lerini ve 1453 yılındaki fetihden önce ki, iki tarafında hazırlıklarını çok güzel yazmış.

Oysa ben daha önce hiç, İstanbul’da surların içinde kalan Bizans halkını düşünmemiştim. Evet, İmparator ve Padişah arasında gidip gelen elçiler, güçlendiren surlar, dökülen toplar, dörtbir yerden toplanan askerler, Avrupa ve özellikle Vatikan’a gönderilen yardım talepleri, kazılan hendekler, İstanbul’a yakın yaptırılan kaleler, hisarlar, Haliç’i zincirle kapatma....hepsini..hepsini bi şekilde okulda, orda burda okumuştum. Ama.., hiç orda yaşayan halkı düşünmemiştim.

Tabii ki Osmanlı Devleti için İstanbul'u almak çok prestijdi. Ayrıca, Fatih Sultan Mehmet'in 2 defa babasına tahtı bırakıp tekrar padişah çıktığında, artık büyük bir zafer kazanıp kendini devlet adamlarına ve düşman ülkelerine ispatlaması gerekiyordu.
Yani her açıdan İstanbul'un alınması lazımdı.

Fetih dönemini, düşünürken aklım Bizans halkına gitti.. yani...bi an kendimi onların yerine koyup, yüzyıllardır yaşadıkları yerlerden kovulacakları...tarihten silinecekleri..bir İmparatorluğun halkı olarak yok olacağını düşünerek bakmaya çalıştım ilk kez.. Belki daha önce de okumuştum. Siz de bilirsiniz, halk asla Türklerin şehri ellerine geçireceklerine inanmamış..tüm papazlar, kahinler ... ne olursa olsun bir an gökyüzünden melekler inecek...bir mucize olacak..ve şehir kurtulacak diye inanmışlar...

9 Nisan 1453’de başlayan saldrılardan taa 29 Mayıs sabahına kadar bir an bile şehirlerini ellerinden alınacağını düşünmemişler...tüm halk ! Son gece, Ayasofya’dan çıkan kalabalık Aya Teodosya Kilisesi’ne ellerinde güllerle gidip sabaha kadar dua etmişler. İnandıkları mucizenin gerçekleşmesi beklemişler... (Yeniçeriler şehri sabah alıp da bu kiliseye girdiklerinde yerde binlerce gül görünce, daha sonradan buraya Gül Camii ismini vermişler..) Hatta Türkler kaleyi aşıp şehre girdiğinde bile Ayasaofya'da büyük bir kalabalık dua'ya devam ediyormuş...

Tüm halkın bir mucizeye güvenmesi..günlerce buna inanması..din adamlarının, akıl hocalarının son ana kadar umutlarını kaybetmemeleri...dua etmeleri... halk ellerinde kutsal kitap ve haç ile göklerden meleklerin yardıma ineceğini beklemeleri ve ama sonra.........

Birşey olmuyorsa bunda da bir hayır vardır, edebiyatı her zaman işler mi..sizce mucizeler, sadece biz neye hazırsak o da bize hazır, felsefesiyle mi çalışır.....bazen herkesin inandığı, güvendiği, kişiler de yanılamaz mı...bildiğimiz dualar bile yetemez mi...

Mucize belki de, ya henüz gerçekleşmesi için daha zaman’ı olan... ya da artık gerçekleşmesi olasılığı geç kalınan bir zaman’nın tılsımıdır.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Cok hosuma gitti mucize tanimin Simla'm, ben katiliyorum sana.
Optum.
A.

S. dedi ki...

Mükemmel. Kavrayış gücüne hayran oldum. Dilerim tüm arkadaşların senin bu gücünden yararlanırlar.